Dördüncü yargı reform paketi yolda/ Video

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 24 Şubat 2012 16:42, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Adalet Bakanı Ergin Karma Parlamento Komisyonu Toplantısında konuştu.

Değerli parlamenterler,

Hepinizin de takdir edeceği üzere, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefi ve bu yolda kendisine tanınan adaylık statüsü ve 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılan müzakere süreci, Türkiye'de gerçekleştirilen reformlar için önemli bir motivasyon kaynağı olmuştur.

Bu sebeple Adalet Bakanlığı olarak Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yürütülen her türlü çalışmaya ve işbirliği girişimine büyük önem verdiğimizi sözlerimin başında sizlerle paylaşmak isterim.

12 Ekim 2011 tarihinde AB Komisyonu tarafından açıklanan 2011-2012 Genişleme Stratejisinde Türkiye ile AB arasında bir kısım alanlardaki ilişkilere ivme kazandırmak adına bir ?pozitif ajanda? oluşturulması önerilse de, konuşmamın devamında göreceğiniz üzere bizim ajandamız hal-i hazırda ve sürekli şekilde pozitif unsurlar içermektedir.

Türkiye; ekonomisini geliştiren, teknolojiyi gün be gün izleyen bir ülke olduğu kadar hukuk sistemi de demokratik ve çağdaş bir ülke olmanın gereklerini karşılamak üzere daima gelişim gösteren bir ülkedir.

Bu anlamda Avrupa Birliği eksenli hedeflerimiz ve ilişkilerimiz bu gelişimi destekler mahiyette olmuştur ve olmalıdır.

Biz Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin daha sıkı olmasının, bize karşı daha hakça ve samimi yaklaşılmasını arzu ediyoruz. Bu şekilde bir yaklaşım Türkiye'de, Avrupa Birliği'ne bakışı pozitif yönde geliştireceği gibi reformların hızını da olumlu olarak etkileyecektir.

Bu anlamda müsaadeniz olursa ben kendi Bakanlığımın sorumlu olduğu alanlardaki reform çalışmalarından bahsetmek ve siz değerli parlamenterleri bilgilendirmek isterim.

Malumunuz, Adalet Bakanlığı olarak başta siyasi kriterlerle birlikte ?Yargı ve Temel Haklar? başlığını taşıyan 23. fasıl ve ?Adalet, Özgürlük ve Güvenlik? başlığını taşıyan 24. fasıllardan sorumlu bulunmaktayız.

3 Ekim 2005 tarihinde başlatılan Türkiye-AB tam üyelik müzakere sürecinin bir parçası olarak ilgili fasılların tarama toplantıları 2006 yılında tamamlanmış idi.

Aradan yaklaşık altı yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, bu tarama toplantılarının sonunda tarafımıza iletilmesi gereken Tarama Sonu Raporları Avrupa Birliği organlarınca onaylanarak resmiyet kazandırılmamıştır. Bu hususun neden önemli olduğunu hepinizin bildiğini tahmin ediyor, ancak burada tekrar etmekte de fayda görüyorum.

Tarama Sonu Raporu ile ilgili fasıllarda nelerin gerçekleştirilmesi gerektiği ve o faslın müzakereye açılması için hangi ön koşulların karşılanması gerektiği açıklanmaktadır.

En basit anlatımla, bize ev ödevimizi bildiren bir belgedir bu Rapor.

Her nedense Avrupa Birliği bize ev ödevimizi bildirmekten çekiniyor, ancak bizi her fırsatta ev ödevimizi geciktirdiğimiz için eleştiriyor.

Oysa ki, biz sorumluluğunu bilerek eksikliklerimizi tespit etmekte, bunları gidermek için yoğun çabalar göstermekteyiz. Bunları gerçekleştirirken AB'nin ve üye devletlerin desteğini almak bizi elbette memnun etmektedir.

Ancak bu desteklerden öte biz artık Türkiye'deki reform sürecinin belkemiği olan yukarıda arz ettiğim ilgili fasıllar için Tarama Sonu Raporlarının onaylanmasını, bu fasıllar için müzakere açılış kriterlerinin belirlenmesini ve fasılların da bir an evvel açılmasını talep etmekteyiz.

Şundan da emin olduğumu sizlere ifade etmek isterim, müzakerelerin açılışına dair kriterlerin bize iletildiği gün biz zaten bu kriterleri çoktan karşılamış olacağız.

Değerli parlamenterler,

Türkiye'de yargı ve adalet sisteminde yaşanan sorunları bir strateji belirleyerek çözmek adına Hükümetimizce 2008 yılında başlatılan çalışmalar, 2009 yılında kabul edilen Yargı Reformu Strateji Belgesi ile somutlaştırılmıştır.

Başta yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını güçlendirmeyi hedefleyen bu Strateji Belgesi ve onun Eylem Planı özellikle 2010 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri ile büyük ölçüde amacına ulaşmış ve kısa bir süre içinde güncellenme ihtiyacı belirmiştir.

Bu ihtiyaca binaen Bakanlığımızın ilgili birimleri çalışmalarına başlamış, ilgili kurumlar, yargı organlarının temsilcileri ile AB Komisyonu adına görev alan uzmanların ve bürokratların katılımı ile 20-21 Aralık 2011 tarihlerinde İzmir'de bir çalıştay düzenlenmiştir.

Bu çalıştay'da ilgili tüm taraflar ve katılımcılar görüşlerini açıklama fırsatı bulmuşlar, günümüz itibari ile yargı alanında yaşanan sorunlara ve bu sorunların çözümüne ilişkin katkılarını ortaya koymuşlardır.

Çalıştay'da ortaya konulan tüm görüşler Bakanlığımızın Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından değerlendirilmektedir. Yakın zamanda bu çalışmaların somut çıktılarının kamuoyu ile paylaşılmasını ümit ediyorum.

Burada bir hususun altını çizmekte de mutlak fayda görmekteyim. Yargı sisteminde yaşanan sorunlar sadece yargı kaynaklı, ya da hakim-savcı odaklı sorunlar değildir. Bu nedenle çözüm önerilerini de sadece yargı kurumları ve Adalet Bakanlığı çalışanlarından almak gibi bir yöntem izlememekteyiz.

Katılımcılığa önem vermemiz ve farklı düşüncelerin de bize ufuk açabileceğini düşünmemiz nedeni ile çalışmalarımıza; sivil toplum örgütleri, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Noterler Birliği temsilcileri, akademisyenler, konuyla ilgili yabancı uzmanlar da davet edilmiştir.

Bizim için her düşünce, her söz ve öneri önemlidir ve bunlar hassasiyetle değerlendirilmektedir.

Bu kapsamda yine Bakanlığımızca organize edilen önemli bir çalışmayı da sizlerin dikkatine sunmak isterim. Dünya Bankası'nın katkılarıyla 2-3 Nisan 2012 tarihlerinde Ankara'da ?Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu? başlığı ile bir etkinlik gerçekleştirilecektir.

Burada da reform çalışmalarımıza ışık tutacak görüş ve önerilerin değerli katılımcılar tarafından ortaya konulacağına inanıyorum. Bu etkinliğin sonuçlarını da dikkate aldıktan sonra Yargı Reformu Strateji Belgesi üzerindeki çalışmalarımızı nihayetlendirmeyi düşünüyoruz.

Saygıdeğer parlamenterler,

Uzun yıllardır göz ardı edilen sorunlar iktidarımız döneminde çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Cumhuriyetin ilanı ile başlatılan reform hareketinin bir benzerini içinde bulunduğumuz süreçte yaşamaktayız.

Türk Hukuk Sistemindeki tüm temel kanunlar neredeyse 10 yıllık bir zaman aralığında değiştirilmiştir.

Temel hak ve hürriyetler, askeri darbe ürünü bir Anayasa'ya rağmen geçmişle mukayese edilemeyecek şekilde genişletilmiştir.

Özellikle ülkemiz insanına yaraşır, demokrasiyi yücelten, temel hak ve özgürlükleri dayanak noktası olarak belirleyen çağdaş bir anayasa oluşturmanın gayreti içinde olduğumuzu ifade etmek isterim.

Bu konuda TBMM'de temsil edilen siyasi partilerin yanında TBMM dışındaki siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve tüm vatandaşlarımızın da yeni bir anayasaya kavuşma arzusunda olduklarını düşünmekteyim.

Her ne kadar 1982 Anayasası reform çabalarımızı zaman zaman yavaşlatsa da biz yolumuza kararlı bir şekilde devam ediyoruz. 2010 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri konusunda geçmiş dönemlerde bilgilendirildiğinizi düşünerek zamanınızı almak istemiyorum.

Ancak, bu Anayasa değişikliklerinin uzantısı olarak bir kısım yeni uygulamalar hakkında kısa bilgiler vermenin de faydası olduğuna inanıyorum.

2010 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri ile temel hak ve özgürlüklerin korunmasını güçlendirmek amacıyla Anayasa Mahkemesi'ne ?bireysel başvuru hakkı? 23 Eylül 2012 tarihinde işlevsel hale gelecektir.

Anayasa Mahkememiz bu konuda altyapı çalışmalarına devam etmekte, insan kaynaklarını geliştirmekte ve Mahkeme üyeleri ve raportörlerin konu hakkında eğitimleri ve yabancı ülke uygulamalarını öğrenme yönünde çalışmalarını sürdürmektedir.

Birey odaklı yönetim ve halka hesap verebilir bir idare anlayışından yola çıkarak ?Kamu Denetçiliği Kurumu? ya da ombudsmanlığın Türkiye'de faaliyete geçmesi için kanun hazırlığı çalışmalarına devam etmekteyiz.

Malumunuz bu konuda oldukça önemli bir mesafe kat edilmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin daha önce kabul edilen Kanunu Anayasaya aykırı görerek iptal etmesi sonrasında, 2010 Anayasa değişiklikleri ile iptal gerekçeleri karşılanarak Kamu Denetçiliği Kurumu anayasal statüye kavuşturulmuştur. Kurumun işleyişi ile ilgili ayrıntıları düzenleyecek olan Kanun Tasarısı hakkında çalışmalarımızda sona yaklaşılmaktadır.

Konu hakkında Sayın TBMM Başkanımızın da teşrif ettiği, AB Ombudsmanı Sayın Nikiforos Diamandouros ile birlikte Yunanistan, Hollanda, İsveç ombudsmanları, Danıştay Başkanı, TBMM'den komisyon başkanları, akademisyenler, yargı mensupları ve bürokratların katılımı ile 27 Ocak 2012 tarihinde bir çalıştay düzenlenmiş ve konu mukayeseli hukuk bakımından bir kez daha ele alınmıştır.

Türkiye'nin insan hak ve hürriyetleri konusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile belirlenen standartlara erişim yönünde sahip olduğu güçlü iradenin nişanesi olarak Bakanlığımızda İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı'nın 2011 yılında faaliyete geçtiğini dikkatlerinize sunmak isterim.

Bu adımla, yargı mensuplarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde koruma altına alınan hak ve özgürlükleri ve bunların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ne şekilde yorumlandığını daha yakından izlemelerine imkan sağlanacak, diğer yandan da AİHM önünde Türkiye'yi ilgilendiren davalarda bir kısım istisnalar dışında savunma Adalet Bakanlığınca yapılacaktır.

Bu şekilde, Türkiye'nin Sözleşmeyi ihlal ettiği yolundaki kararlar için daha etkin değerlendirmeler ve çalışmalar yürütülebilecek, belki de ihlal kararı çıkma olasılığını gördüğümüz durumlarda önceden tedbirler alarak mağduriyetlerin derinleşmesinin önüne geçeceğiz.

İlaveten, Avrupa Konseyi'nde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türk hakim ve savcıların maaş ve masrafları Bakanlığımız tarafından karşılanarak görevlendirilmesi uygulamasına devam edilecektir.

Bu şekilde görevlendirdiğimiz hukukçularımız bir yandan AİHM uygulamalarını yakından takip etme imkanını devam ettirecek, diğer yandan da edindikleri tecrübeleri Türk meslektaşları ile paylaşarak Türk uygulamasının AİHM uygulamalarına yaklaşmasını sağlayacaktır.

Ayrıca Türk mevzuatının reform sürecinde, Avrupa Konseyi ve AİHM nezdinde görevlendirilen hâkim ve savcıların çok önemli katkıları olmaya devam etmesini ümit etmekteyim.

İnsan hak ve özgürlükleri ile ilgili olarak, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme'ye Ek İhtiyari Protokolün 23 Şubat 2011 tarihinde TBMM'de onaylanması önemli gelişmelerden birisi olmuştur.

Bu Protokolle işkence ve kötü muamelenin önlenmesini teminen, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin tutulduğu yerlerin bağımsız uluslararası ve ulusal organlarca koşulsuz şekilde ziyaret edilmesine olanak tanıyan bir denetim sisteminin kurulması amaçlanmaktadır.

Temel hak ve özgürlükler bakımından bir başka önemli yasa çalışmamızda kişisel verilerin korunması konusundadır. Her ne kadar konuya hali hazırda, Anayasal düzlemde ve ceza mevzuatı açısından hassasiyetle yaklaşmış olsak da, kişisel verileri işleyen özel ve tüzel kişilerin uyacakları esas ve usulleri belirlemek amacıyla ?Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı?nın yasalaşma sürecini hızlandırmak arzusundayız. Tasarının kabulü, yeni dönemdeki önceliklerimiz arasındadır.

Söz konusu Tasarının yasalaşması, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile adli işbirliği alanında daha yakın işbirliği içinde olmasına vesile olacak ve özellikle EUROJUST ile yürütmeye çalıştığımız ortak çalışmalarda yasal altyapı düzleminde ortaya çıkan engelleri bertaraf edecektir.

Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler,

Bundan iki yıl önce Türkiye'de yargı alanında algılanan en önemli sorun yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı iken, bugün yargının etkili ve verimli şekilde çalışmasının önündeki engeller ivedilikle halledilmesi gereken sorunlar olarak dikkatimizi çekmektedir.

Adaletin doğru ve zamanında tecellisini sağlamak en önemli hedefimizdir. Bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmak için yoğun bir tempo ile çalışmaktayız.

Bu çalışmalar biraz önce bahsettiğim Yargı Reformu Stratejisi belgesinin öngördüğü plan çerçevesinde gerçekleştirilmektedir.

Sizlere bu kapsamda, çalışmalarını tamamlayıp TBMM'ne sevk ettiğimiz ?Yargının Hizmetlerinin Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı? hakkında kısaca bilgi arz etmenin yararlı olacağını düşünmekteyim.

Son yıllarda yargıda biriken iş yükünü azaltmak adına hem insan kaynaklarını, hem fiziki kapasiteyi ve teknolojik altyapıyı güçlendirmek adına çok önemli adımlar atılmıştı.

Atılan bu adımların pozitif anlamda geri dönüşlerini memnuniyetle izlemekteyiz. Ancak, uzun zamandır üzerinde çalıştığımız ?Yargının Hizmetlerinin Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı? yargı sisteminin halen barındırdığı bir kısım sorunları çözme adına kalıcı çareler üretecektir.

Tasarıyla, öncelikli olarak İcra ve İflas Hukuku kapsamında alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesini korumaya yönelik adımlar atılmaktadır. Ayrıca, insan onuru ile bağdaşmayacak şekilde borçlunun hayati ihtiyaçlarını karşılamasını zorlaştıracak icrai takibatın önüne geçilmesi de amaçlanmaktadır.

Burada bir parantez açarak yakın zamanda karşılıksız çek keşide etme için öngörülen hapis cezası yerine, ekonomik yaptırımlar öngören bir kanun değişikliğini de bilginize sunmak isterim. Bu değişiklik ile cezaevlerinde bulunan 1.500 kişi tahliye olmuştur.

Bu değişiklikle, bir yanda iyi niyetli olan ancak ekonomik güçlük nedeni ile keşide ettiği çeki ödeyemeyen kişiye durumu düzeltmesi için son bir şans tanınmakta, diğer yandan da her türlü olumlu yaklaşıma rağmen çekin karşılığını hesabında bulundurmayan kişilere 10 yıl süresince çek kullanma yasağı getirilerek ileride başkaca mağduriyetlerin ortaya çıkmasının önüne geçilmektedir. Tasarıda, icra ve iflas dairelerinde elektronik ortamda takip istisnalar dışında zorunlu hale getirilmekte, bu dairelerde görevli kişilerin para ile ilişkileri sona erdirilerek muhtemel suiistimallere son verilmesi öngörülmektedir.

Tasarıda, ceza mevzuatı kapsamında yapılan değişikliklerle, bir kısım kabahatler için ceza verme yetkisi adli makamlardan alınarak idari makamlara verilmektedir. İlaveten ön ödeme usulü yeniden düzenlenerek, kapsamı genişletilmekte ve böylece soruşturma ve kovuşturma sürecine dahil olması muhtemel önemli sayıda takibatın önüne geçilmesi öngörülmektedir.

Maddi hukuk bağlamında rüşvet suçu ile ilgili olarak GRECO tavsiyelerini karşılayacak düzenlemeler getirilmekte, özel hayatın gizliliğinin ve haberleşme hürriyetinin korunması için cezai tedbirlerin etkinleştirilmesi sağlanmaktadır.

Türkiye'de muhtemelen yoğun iş yükü nedeni ile, hâkimlerin tutukluluğun devamına ilişkin kararlarında yeterli gerekçe göstermemelerinden kaynaklanan mağduriyetleri önlemek adına Ceza Muhakemesi Kanununda ilave düzenlemeler getirilerek, tahliye talebinin reddi halinde bunun yeterli ve somut gerekçelerle açıklanması zorunluluğu getirilmektedir.

Ayrıca tutuklamaya alternatif olarak öngörülen adli kontrol uygulamasının kapsamı da Tasarı ile genişletilmekte ve böylece tutuklama kararlarının sayısının azaltılması amaçlanmaktadır. Sonuç olarak, tutuklamanın en son tedbir olarak ve ancak gerekli görülen hallerde uygulanmasını arzu etmekteyiz.

Nitekim bu yönde kararlılığımızın ve son yıllarda gerçekleştirdiğimiz çalışmaların sonucu olarak ceza ve tutukevlerinde tutulan kişilerin tutuklu ve hükümlü oranlarında önemli değişiklikler izlenmektedir. 2005-2006 yıllarında ceza ve tutukevlerinde bulunan kişilerin tutuklu ve hükümlü oranları yarı yarıya idi.

2004 yılında %47.8 olan tutukluluk oranı, 2005 yılında %47.3'e, 2006 yılında 49.2'ye yükselmişti. 2007 yılından itibaren bu oran düşmeye başladı.

2007 yılında %41.9'a, 2008 yılında %38.9'a, 2009 yılında %34.7'ye, 2010 yılında %28.4'e ve 2011 yılı sonunda ise %28.1 oranına düştü.

2011 yılı sonu itibariyle 128.419 kişilik bir mevcut üzerinden rakamlara bakıldığında 92.278 kişi hakkında mahkemeler tarafından mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmaktadır.

2011 sonu itibariyle tutuklu sayısı 36.417 kişidir.

Bu sayı, cezaevinden bulunanların %28.1'ne tekabül etmektedir.

2011 yılı sonunda %28.1 olarak gerçekleşen tutuklu oranı, bir çok Avrupa ülkesindeki tutuklu oranından daha iyi düzeydedir.

Tüm ceza yargılamalarına bakıldığında ise oranlar daha çarpıcı hale gelmektedir.

Yaklaşık 3.000.000 ceza davasının işlem gördüğü Türkiye'de, 22 Şubat 2012 itibariyle, bu dosyalarda 36.417 kişi tutuklu halde yargılamaya devam etmektedir.

Yani, %1.28'lik bir tutukluluk oranı tüm ceza davalarında karşımızda durmaktadır.

Peki bu tutukluların hepsi 3-4 yıl gibi uzun sürelerle mi tutulmaktadır?

Elbette, hayır.

22 Şubat itibariyle, 36.417 olan tutuklu sayısı içinde, tutukluluk süresi bir yıldan az olanların oranı %75'dır.

Bir ile üç yıl arasıda tutuklu kalanların oranı ise %21 civarındadır.

Ancak sorun teşkil edebilecek, 3 yılın üzerindeki tutukluların sayısı 36.417'de 1.543'dır.

Yani %4...

Bunların da ekseriyeti; örgütlü suçlar, terör suçları gibi çok sanıklı ve kapsamlı dosyaların sanıkları olduğundan yargılamaları ve tutukluluk durumları uzun sürmektedir.

Bu noktada, AİHM tutukluluk sürelerinin uzunluğu ile ilgili olarak; davanın kapsamı, davadaki delil ve sanık sayısının fazlalığı davanın karmaşık bir yapıda olup olmadığı gibi hususları dikkate alarak karar vermektedir.

Tutuklama sebepleri ve tutuklu sayıları ile ilgili açıklamalarımdan sonra müsaadeniz olursa Yargının Hızlandırılması Kanun Tasarısı hakkında izahatıma devam etmek isterim.

Tasarıda, idari yargı sistemi de kapsamlı değişikliğe tâbi kılınarak, özellikle Danıştay'ın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalar alt derece yargı mercilerine bırakılmaktadır.

Bu düzenleme sayesinde Danıştay, asli fonksiyonu olan içtihat mahkemesine dönüştürülmektedir. Genel anlamda idari yargı alanında alınan tedbirlerle, yargılama sürelerinin kayda değer şekilde azaltılması hedeflenmektedir.

Tasarı ile ayrıca, basın ve ifade özgürlüğünün geliştirilmesi ve toplumsal barışın tesisi amacıyla, basın yayın yoluyla işlenen suçlarla ilgili dava ve cezaların infazının ertelenmesine yönelik bir kısım düzenlemeler ihdas edilmektedir.

Basın veya düşünce açıklama yoluyla işlenen suçlar sebebiyle açılan soruşturmalar ve kamu davaları ile kesinleşmiş mahkûmiyet hükümlerinin ertelenmesi öngörülmektedir.

Diğer yandan anayasa ile teminat altına alınan kişilerin özel hayatlarının gizliliği ve haberleşme hürriyetinin ihlali halinde verilecek cezalar artırılmaktadır.

Kapsamı oldukça geniş olan ancak, kısaca özetlemeye çalıştığım ?Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun Tasarısı? dışında özel olarak, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda çalışmalarımıza devam ettiğimizi ve bu konuda da yakın bir zamanda yeni bir açılım sunacağımızı sizinle içtenlikle paylaşmak isterim.

Bu konuda, 15-17 Kasım 2011 tarihlerinde Avrupa Konseyi'nin desteklerini alarak Ankara'da gerçekleştirdiğimiz Çalıştayın sonuçlarının, Bakanlığım bürokratları ve akademisyenlerden oluşan bir ekip tarafından değerlendirilmesine ve bir Nihai Rapor hazırlanmasına devam olunmaktadır.

Önümüzdeki Mart ayında tamamlanması beklenen bu Rapor'da yer alacak değerlendirmeler ve sonuçlar, daha önceden Bakanlığımızın yürüttüğü mukayeseli hukuk çalışmaları ile birlikte ifade ve düşünce özgürlüğü konusunda hazırlanacak paket üzerinde önemli bir etkiye sahip olacaktır.

Bu paket hazırlanırken Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan İfade Özgürlüğü Eylem Planı da dikkate alınacaktır.

2011 yılında kabul ettiğimiz ve önümüzdeki dönemde yol haritamızı teşkil edecek olan İfade Özgürlüğü Eylem Planının temel hedefleri; ifade özgürlüğüne ilişkin mevzuatın güçlendirilmesi, uygulamacıların eğitilerek ifade özgürlüğü uygulamalarının geliştirilmesi, ifade özgürlüğü alanındaki durum tespitinin kolaylaştırılması için daha sağlıklı bilimsel veriler elde edilmesi ve tanıtım yoluyla Türkiye'deki ifade özgürlüğü konusundaki farkındalığın artırılmasıdır.

Bu vesileyle, bu alanda yakın dönemde hayata geçirilecek iki farklı projeden bahsetmek istiyorum.

Avrupa Konseyi ile önümüzdeki günlerde başlatmayı planladığımız proje ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili verdiği ihlal kararlarına sebep olan uygulamaların ortadan kaldırılmasını hedefliyoruz.

Yargıtay, Danıştay, HSYK gibi yargının ana aktörlerinden yaklaşık 300 hâkim ve Cumhuriyet Savcısının faydalanacağı proje kapsamında dört faklı ülkeye çalışma ziyaretlerin gerçekleştirilmesi ve geniş katılımlı çalıştayların düzenlenmesi planlanmaktadır.

Diğer yandan Adalet Akademisi, Avrupa Birliği'nin mali ve teknik desteğiyle yaklaşık 2.700.000 Euro bütçeye sahip benzer bir projeyi bu yılın içinde hayata geçirecektir.

Proje ile ifade özgürlüğü konusunda farkındalığın artırılması, bu alanda uygulamada ve yasal boyutta karşılaşılan sorunların tespiti ve çözüm önerileri, Akademinin konu hakkında eğitim müfredatının geliştirilmesi, mukayeseli hukuk çalışmalarının yürütülmesi gibi çalışmalar öngörülmektedir.

Değerli parlamenterler,

Türkiye'de yargı alanında yakın zamanda gerçekleştirilenleri ve önümüzdeki döneme dair planlarımızı kısaca paylaşmaya çalıştım.

Sabrınız ve ilginiz dolayısıyla hepinize teşekkür ediyor, yarınların bizlere daha fazla özgürlük, daha fazla huzur ve barış getirmesini temenni ediyorum.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber